30 Eylül 2010 Perşembe

Once Insan sonra Kitap





Genelde, begendigim kose yazilarini keserim, bir kenara koyarim.  Sonra da bu yazilari en azindan birkac yakinimla paylasirim.  Etrafta birikmis birkac yazi var daha paylasilmamis…  Aralarindan bir tanesi, 10 gun kadar once Radikal’de okuyup kesip kenara koydugum, Sayin Gunduz Vassaf’in yazisindan bir alinti:
“…Uzun lafın kısası önce insan sonra kitap”.

Ne guzel soylemis sayin Vassaf - kacirmis olanlar icin:  http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&ArticleID=1019634&Yazar=G%DCND%DCZ%20VASSAF&Date=19.09.2010&CategoryID=113 .  Once insan sonra kitap.  O ornek vermis seyahatlerimizi, ben ornek vereyim cocuklarimizi…  Anne bebek bekler, baslar kitaplari okumaya, haril haril, hamilelik evrelerini, dogumu…  Hamileligin 7nci ayindan itibaren baslanir bebek bakimi, bebek iletisimi ile ilgili kitaplar okunmaya…  Bebek buyudukce de bu ayni sekilde devam eder.  Ben okunmasin kesinlikle demiyorum, nitekim ben de bu okuyanlar kategorisindendim.  Ancak tecrube edindikce goruyorum ki, cocuk buyutmek inanilmaz icgudusel birsey.  Hayatta oldugu gibi, bu konuda da herkesin dogrusu ve igrisi kendine ait.  Hicbir sekilde bu evrelerin “dogru” veya “yanlis” ‘i yok.  Anne/baba nasil hissediyor ise ve o cocugun yapisi neye uygun ise dogrusu o’dur.

Benim jenerasyonumdaki annelere bakiyorum, herkes benim baslarda yapmis oldugum gibi, herseyi kitabina gore yapiyor.  Ona bakarsaniz, bircok “cocuk buyutme” yontemi var, felsefeleri birbirinden farkli.  Herkes ya kendine uygun olanini buluyor, ya da onerilere kulak vererek “dogru” oldugunu dusundugu metodu okuyor, calisiyor ve uyguluyor…

Hayatin daha duygusal bir kavram oldugunu dusunuyorum, ayni cocuk buyutme de oldugu gibi, ve ayni Gunduz Vassaf’in soyledigi gibi.  Yasayarak, tecrube edinerek, gorerek, koklayarak, elleyerek tadina varilmali herseyin.  Mantik, lojik cok onemlidir, dogru, ama hayatta herseyi mantikla yurutmek imkansiz.  Biz insanlarin icguduleri ve hisleri o kadar kuvvetli ki, bunlari kaliplara ve kurallara sokup hareket edenler genelde mutsuz oluyorlar...   Ya da benim gibi, kendini hayati boyunca bir “mantik insani” olarak group, hayatin ilerleyen safhalarinda ne kadar “duygusal bir insan” oldugunu farkedenler…   

Hayat bir okul.  Insanlarla dolu bir okul…  Bizler bu okulda en cok birbirimizden birseyler ogreniyoruz.  O yuzden Vassaf’in dedigi gibi once insan sonra kitap… 

27 Eylül 2010 Pazartesi

La Donna Milanese ( Milano'lu Kadin)



Inanilmaz rafine, guzel, modern giyimli bir kadin hayal edin. Is kadini; uzerinde diz altinda, dar, camel rengi, capri pantalon, chanel stil terra cotta tonlarinda bir blazer, ayaginda en az 10 cm'lik krem rengi stilettolar, kolunda orta boy, krem rengi, guzel bir canta, cantanin icinde benim hep “fino” diye adlandirdigim kucuk kopek... Gozunuzun onunde canlandimi? Bir de bu resmi alin beyaz bir Vespa'nin uzerine oturtun... Takim kaski ile beraber.
Iste la donna Milanese..

Kendine guvenli, kendiyle barisik, alimli, modern, entelektuel, aktif... Oyle her italyan gibi degil, hele hele dunyanin diger kadinlarina hic benzemez.  La Donna Milanese…  
Kucuk kopek ayrintisi kulaga garip gelebilir, nitekim bana oyle geliyor, ama o kadar gosteristen uzakki…  Tam tersine rahat.  Bu gordugum ornek, La Scala’nin onune parkettigi Vespa’sindan inip emin adimlarla bilet gisesine yoneldi...  


***********************************************

Milano ruhumu dinlendiriyor...

Bu kadinlara, bu sehre bayiliyorum, bana beni hatirlatiyor...  Ben de oyleydim, ama simdi bu sehir (Istanbul), bu ulke (Turkiye) beni benligimden alip goturuyor.  Ben kendim olabilmek istiyorum tekrar.  Kendim.  Baskilar altinda kalmadan, baski hissetmeden, ozgurce, icimden geldigi gibi hareket ederek, ruhumu besleyerek yasamak.  Her ne kadar cogu benim elimde olsa da - yasadigim yer gibi - diger “dis etkenlere” aldiris etmemek cok zor.  Dunyanin her yerinde aynidir, ancak o zaman Milano’daki ben ile, Istanbul’daki ben niye bu kadar farkli birbirinden?

Her ne kadar yakin kadin arkadaslarim bu kategoride olsa da,  daha cok "La Donna Milanese" gibi kadinlarla dolu bir Istanbul dilegi ile…   

P.S. fotograf icin:   Hepburn tabii ki bir Milano'lu degil, ama gozunuzun onunde canlanmasini istedigim imaja en yakini diyebilirim

19 Eylül 2010 Pazar

Yeni bir gune baslarken



Guzel gunler niye cabucak gecer?  Aylarca bile tatil yapiyor olsa insan, son gun geldiginde, daha dun gibidir varmis oldugu tarih.  Oysa mesela kis mevsimi bana gore bitmek bilmez.  Sogugu, yagmur ve camuru (ozellikle Istanbul’da) hic sevmem.  Kat kat giyinmek, surekli usuyor olmak, her dakika onunu arkani kollamak zorunda olmak - bir yerden uzerine camur gelmesin diye -, biraksan 90+ gun evde oturmak istemek… Bunlarin hepsi bana “Kis” ‘i cagristiriyor. 
Ama insanoglu elindekinin kiymetini bilse boyle olmaz; gunumuzu yasasak, surekli ileriye yonelik planlar yapiyor olmasak boyle olmaz…  Kis geldiginde, belki her gun, Bahar’i / Yaz’i beklerim, onlarin hayaliyle gecer gunler, aylar…  Yaz tatiline gittigimde, her gun gunlerimi sayarak, donus tarihinin ne kadar yaklastigini hesaplayarak gecer. 
Icimdeki Verda’lardan birkac tanesi illa da bana gununu, anini yasa diye hatirlatsa da nafile…  Elimdekilerin kiymetini cok iyi bilirim, surekli halime sukrederim, o ayri, ama peki sukretmek yetmez, niye en guzelleri doya doya yasamaya izin vermiyorum?
Insanoglu nankor maalesef.  Maalesef kotu birsey oldugunda “iyi” ’nin kiymeti bilinir.  Istedigim kadar kiymet bilen bir kisilik oldugumu dusunsem de, bu benim icin de gecerli, herkes gibi.  Ama en azindan sabahlari guler yuzle uyanmayi, yeni bir gune baslamanin coskusuyla yataktan kalkmayi kendime adet edinmisimdir (uyku 3 saat dahi olsa). 
Sabahlari asabi kalkanlar yokmudur?  Gercekten “La havle vela kuvvete illa billah” diye icimden geciririm.   Dur bir gunune iyi basla bari, trafik veya sokaklarin pisligi gibi dis etkenler nasil olsa sinirini bozacak evinden disari adimini atar atmaz… Yatagini da mi sevmiyor insanlar anlayamiyorum… Gozlerini acar acmaz soylenmeye baslarlar, ya da bir sikayetleri vardir illa da.  Ben degilki her sabah ‘keyifli” uyanirim, ama en azindan temiz bir sayfayla baslarim… Kafamdaki girgirlar  kalktiktan 1-2 saat sonra harekete gecmeye baslarlar.  Her sabah, mevsimine gore, 5’te veya 6’da dibimizdeki camii’den gelen, olabilecek en detone sesli imamin okudugu ezan ile uyansam, afyonu gec patlayan bir insan olsam bile…  Yalnizca temiz bir sayfayla gozlerini ac, sonra ne derdin varsa dusunursun….  Dusunecek cok zaman var ne de olsa!  

Atom Karinca




Bugun, Elif Safak Haberturk Pazar ekindeki kose yazisinda, cok guzel deginmis cogumuzun hayatinin ayrilmaz bir parcasi olan “keskelerle yasamak” konusuna. http://www.haberturk.com/yazarlar/551039-secmek-ya-da-secememek .  Okumayanlar umarim bir firsat bulur da okur, ve benim gibi Elif Safak Pazar gunu yazilarinin bir takipcisi olur. 

Her onun yazisini okudugumda, ha iste, ben de boyle dusunuyordum, ne guzel dile getirmis diye geciriyorum icimden.  Gunluk olaylari ve insanin kendi icindeki tum ikilemleri olabilecek en acik sekilde dile getiriyor.  Bu yuzden seviyorum yazilarini, her seferinde kendimden birseyler buluyorum o yazilarin icinde.

Nitekim bugunku yazi konusu “keske” ler…  Gecmise bagli yasamak, yaptiklarimizla degil de yap(a)madiklarimizla butun kafamizi mesgul etmek, hep bardagin bos tarafina bakarak yasamak…  Insanlarin buyuk cogunlugu bu sekilde yasamini geciriyor, ufak bir kesim ise, ya cok rahatliklarindan, ya “ermis” olduklarindan, ya da ekstra ego’lari ve kendilerine olan asiri hayranliklari yuzunden belki de daha tatmin olmus bir sekilde suruyorlar hayatlarini.

Ben, maalesef, ilk kategoriden bir insan olarak, genelde hayatimi dolu dolu, keyif keyif, yasayabilenlerden degilim.  Enteresan bir ikilem de olsa, aslinda cok da pozitif bir insanimdir, hem de maskesizinden...   Ic ve dis dunyalarimin farki diyelim her ne kadar ben de tam cozebilmis olmasam da.  Bir baska yazimda da degindigim gibi hep “xxx lazim” diyerek, veya “keske xxx” olsaydi diyerek pek fazla huzurlu vakti birakmiyorum kendime.    

Bu kafamin icinde olup biten.  Diger taraftan fiziksel olarak da pek fark yok… Karincalardan farksizimdir.  Bir saniye yerimde duramam, ha soyle iki dakika ayagimi uzatayim, yok, mumkun degil.   Bu niye peki?  Kendimden korkup kaciyorum herhalde?  Kendimden…   Veya o diger minik seslerden…  Atom karinca dememisler bosuna bana, kulaga komik gelse de, gerceklerle yuzlestigim vakit, atom karincalik pek bir halim kalmaz herhalde…  Simdilik ben kacmaya devam, yerinde duramamaya, ve “keske” lerimi dusunmeye… Bunlar olurken cozumler uretmeye ve gerceklerle yuzlesmeye. Insallah bunlarin tersinin olacagi gun yakindir, ve gun gelir, etrafimdaki birkac insan gibi, dunya bir yana ben bir yana butun gun ayagimi uzatip koltuga soooyle bir uzanabilirim.

Şıngırtılar




Şıngırtılar. Bu kelimenin anlamını ben ve annem dışında bilen yoktur herhalde, ne de olsa herkese ve herşeye isim takma kabiliyetim oldugundan benim yaratmış oldugum bir isim diye düsünüyorum.

Şıngırtı: Verda sözlük anlamı: güneşin denizin üzerine vurup, suyun üzerinde binbir yıldız varmış gibi yarattığı ışık etkisi.  Anlatabildimmi acaba?

Bu şıngırtılar bir taraftan bana inanilmaz huzur veriyor, ruhumu dinlendiriyor, hele bir kendimi onlara birakayim… Diğer taraftan da coşkulu, yerinde duramayan yavru canlılara benzetiyorum, bana hayatı sorgulatan.

Bu binlerce şıngırtıdan her biri sürekli yanip sönüyor bir yıldız gibi, ve kimisi "yardııım" diye fısıldarken kulaklarıma, diğerleri "yaşasııın" diye sesleniyor. Ben, yapım itibari ile, ilk olarak yardım isteyenlere el uzatıyor bulsam da kendimi, içimdeki ses beni dürter dürtmez kendimi kaptırıyorum "yaşasın" diyenlerin seslerine.

Doğayı, doğadaki her birseyin olağanüstülüğünü düşünüp, hayatı sorgulatıyorlar bana. "Hadi Verda kendine gel, hayat güzel, gül, coş, keyfine bak, kalbini dinle" diyorlar.. Bir anlık kafamdaki negatif düsüncelerden kopup gidiveriyorum onların diyarına.

Şimdi de karsımda şıngışıngışıngırtılar, yüzümde bir gülümseme, aman beni bırakmayın diyorum onlara, beni bırakmayın yoksa kim dürtecek beni?  Ben dürtecegim kendimi, öğreniyorum tüm meziyetleri, ama keşke, yaz kış hic gözümün onünden ayrılmasalar bu şıngırtılar da bir saniye bile unutmasam bu hayatın tadını 

Bu güne kadar dikkatinizi çekmediyse eger bu şıngırtılar, bir daha deniz kenarina gittiginizde, beni hatırlayın ve kulak verin onlara, ve tadin tekrar o hafifliğçocuklar gibi.